Latest News
Everything thats going on at Enfold is collected here
Hey there! We are Enfold and we make really beautiful and amazing stuff.
This can be used to describe what you do, how you do it, & who you do it for.
TOPLUMSAL BAKIŞ AÇIMIZ DEĞİŞMELİ
YazılarÖzel gereksinimli çocuklarımızı ayrıştırıp, uzaklaştırıp, görmezden gelmek yerine elinden tutarak, sınıfımızda bir sıra ayırarak, oyunumuza alarak, onları bakışlarımızla ezmeyerek birlikte yaşayabiliriz. ÖÇED Yönetim Kurulu Başkanı Parin Yakupyan yazdı…
Yine yeni bir sayı ve yine çözmek için azami çaba sarf ettiğimiz , “Burası da düzelmeli” dediğimiz bir husustan bahsetmek istiyorum sizlere.
Cern’de büyük patlama teorisi deneyi yapılırken, Nasa Mars’a türlü türlü araç gönderirken, çeşitli ülkeler eğitimde açık ara fark atmışken, biz hala otizmli bireyleri bir eğitim kurumunun kapısından içeri sokabilmenin, dünyanın birçok yerinde tanıdaşları yoğun eğitim ile yoğrulurken, “Biz acaba bu sekiz saati on yapabilir miyiz?” in mücadelesindeyiz.
Aslında bir toplumun özel gereksinimli bireye verdiği önem, sahada gerçekleşen uygulamalarına bakılarak görülebilir. Bir devletin yazılı kuralları mükemmele yakın olabilir fakat uygulama ve denetim mekanizması kişisel inisiyatiflere bırakıldığında o zaman insanların bakış açısı daha net görülebilmektedir. Görme engelli bireyler için belediyelerin yollara yapmış olduğu kılavuz taşlarına bakarsanız, demek istediğim daha net şekilde anlaşılacaktır. Bize toplumsal olarak sorduklarında özel gereksinimli bireyler için bir şeyler yapmak istediğimizi belirtiyoruz fakat iş uygulamaya geldiğinde, uygulamanın sözel ifadelerimizden ne kadar uzak olduğunu görüyoruz.
Özel gereksinimli birey dediğimizde geniş bir yelpazeden bahsediyoruz. Bedensel, zihinsel, işitme ve görme engelli, otizmli… Bu ağacın dalları çok ve her grubun ortak ihtiyaç paydaları olmasına rağmen öncelikli ihtiyaçları birbirinden çok farklı.
Bu yazıda ele alacağımız konu ise “Toplumsal Duyarlılık ve Otizm”…
Bizim otizm tanılı çocuklarımızın en büyük ve en öncelikli ihtiyacı, geleceğe açılan kapısı; “eğitim”… Ama nasıl bir eğitim? Bireyi otizm ile baş başa bırakmayacak şekilde yoğun bir eğitim… Bireyi otizmin soğukluğuna terk etmeyecek, hayat ile içli dışlı yaşam sıcaklığında bir eğitim… Ayrıştırma kokmayan, buram buram kaynaştırma/bütünleştirme kokan bir eğitim…
Yazarken bile “Gerçekleşse çocuklarımız için ne güzel olur” diye derin bir iç geçirdim. Çünkü önümüzde o kadar çok aşılması gereken unsur var ki! Hepimiz görüyoruz, şehir içinde bir minibüs yolculuğunda bile çocuklarımız araçlardan indirilmeye çalışılıyor. Eğitime toplu taşıma ile giden ailelerimiz insanların tanımsız ama rahatsız edici bakışlarına maruz kalıyor. Zar zor kendilerine bir eğitim kurumu bulan velilerimiz, ayrıştırıcı veli ya da eğitimci tutumlarıyla karşılaşıyor. Apartmanda yaşayan çocuklarımız komşularımızın “sessiz olsunlar” baskısı altında eziliyor. İstisnai örnekler de yok değil ama çoğunlukta olan durumlar bu şekilde cereyan ediyor.
Bir otizmli birey alışveriş ortamını evinin mutfağında öğrenebilir mi? Ya toplu taşıma kurallarını kendi şahsi araçlarında? Paylaşmayı akranıyla mı daha iyi öğrenir yoksa ebeveyni ile mi? Sınıfta dinlemeyi evin salonunda babaannesinden mi öğrenir yoksa sınıf arkadaşlarından mı? Bu liste ve örnekler o kadar çok uzatılabilir ki…
Toplumsal olarak bir nebze bakış açımız var ama yöntemimiz yanlış. Biz bir sorunun çözümünü “uzaklaştırmak” şeklinde ele alıyoruz. O çözüm olmazsa “görmezden” geliyoruz. O da mı olmadı bu sefer ebeveynlerini eleştiri bombardımanına tutuyoruz.
Yılda iki kez aralık ve nisan aylarında bu çocuklar ile bu yaşamı paylaşmıyorlar. Her ne kadar görmezden gelinseler de, 365 gün 6 saat toplumun içinde bir yerdeler. Vaatler hiçbir otizmli ya da özel gereksinimli bireyin hayatını kolaylaştırmıyor aksine ailelerimizin geleceğe yönelik umutlarını köreltip kaygılarını arttırıyor.
Toplumsal olarak bakış açımız değişmediği müddetçe uygulamalarımız da pek fazla bir fark olmayacaktır. Çünkü insanlar aynı şekilde bakacak, aynı şekilde görecek, aynı sözleri söyleyecek, aynı uygulamaları gerçekleştirecekler yıllar geçse de…
Özel eğitimin neresindeyiz sorusunun cevabı “Başındayız” dı benim için. Toplumsal duyarlılık ve bakış açısında da yolun başındayız. Aynı sorunları ve konuları yıllardır haykırıyoruz. Bulduğumuz her platformda sesimiz çıktığınca söylemeye devam ediyoruz.
Biz insanların bakış açısını değiştirip, toplumdaki yanılgıları düzeltmeye çalışıp çocuklarımız için her ebeveynin istediği o gelecek için çabalıyoruz. Ayrıştırarak, uzaklaştırarak, gözlerimizi kapatarak sadece erteleriz. Elinden tutarak, sınıfımızda bir sıra ayırarak, oyunumuzda yer vererek, anlamaya çalışarak ve gözlerinin içine bakarak geleceğe yürüyebiliriz.
Fark etmek için, destek olmak için, yardımcı olmak için, dışlamamak için illa başımıza gelmesi gerekmiyor. İlla bir yakınımızda olması da gerekmiyor. Bu duyarlılık insan olmanın temel kurallarından biridir.
Farkındalığın bol, umutların yemyeşil ve diri, çabaladıklarımızın gerçekleşmesi dileği ile…
“BİZ DE ONLAR GİBİ FARKLIYIZ”
RöportajlarTürk pop müziğinde 90’lı yılların en sevilen isimlerinden Aşkın Nur Yengi ile otizmi, müziğini ve anneliğini konuşmak üzere bir araya geldik.
Parin Yakupyan: Ben öncelikle size kısaca bizden bahsetmek istiyorum. Benim ikizlerim var, içlerinden birine otizm tanısı kondu. Hayatta ne zaman neyle karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. 2 yaşında oğlum otizm tanısı aldıktan sonra da benim hayatım değişti. Ve bu işlerin içine girdim. 2014 yılında derneğimizi kurduk. Hem farkındalık oluşturmak hem ailelere doğru bilgiler vermek için yaklaşık iki yıldır dernek çatısı altında bir özel eğitim dergisi çıkarıyoruz. Siz de röportajımızı kabul ederek destek verdiniz teşekkür ederiz. Farkındalık açısından sizin bu desteğiniz bizim için çok önemli…
Aşkın Nur Yengi: Çok faydalı bir şey yapıyorsunuz. Aslında birkaç arkadaşımın bizden daha ileri zekâya sahip olduğunu düşündüğüm çocuğu ile sohbet etme ve onlarla yan yana olma şansım oldu. Ben onların bizden çok daha zeki olduklarını düşünüyorum. Ve bilim insanlarının net bir şekilde otizmin neden olduğuyla ilgili bilgi sahibi olmadıklarını öğrendim. Anneler tabii çok araştırmacı ve meselenin ne olduğuna karşı derin bir araştırmaya giriyorlar Bildiğim kadarıyla otizmli çocuklar göz teması kurmuyorlar. Ve literatürde açıklama olarak gelişim bozukluğu olarak adlandırılıyor.
Parin Yakupyan: Epeyce biliyorsunuz aslında…
Aşkın Nur Yengi: İşte yakınlarının başına geldiği zaman hassasiyetin değişiyor. Hatta bunun bir filmi de vardı. Dustin Hoofman oynamıştı: Rain Man ve bu filmle acayip bir farkındalık yaratıldı.
Neslihan Arslan: O dönemde iyi ki öyle bir film çekilmiş. Çoğu insan oradan biliyor zaten.
Aşkın Nur Yengi: Halen insanların aklında o var biliyor musunuz…
Parin Yakupyan: Ben ilk teşhisi aldığımda “Nasıl yani Rain Man gibi mi?” demiştim.
Aşkın Nur Yengi: İlk üç senede belirtilerini gösteriyormuş. Göz teması kurmaması, oyuncaklarla oynamaması, adıyla seslenince bakmaması.
Parin Yakupyan: Otizmi biliyor musunuz diye sormamıza gerek kalmadı…
Aşkın Nur Yengi: Tabii ki sizin kadar derin ve köklü bir bilgim yok ama en azından hayatın içerisinde tanık olduğum, onların başına ne geldiğini bilmek adına okuyup, sorup öğrendiğim şeylerin içinde bunlarla karşılaştım.
Parin Yakupyan: Ben oğlum Garen’e size röportaja geleceğimi söyledim. Sizin için kafadan 3 Temmuz 1970 doğumlu dedi. Doğru mu?
Aşkın Nur Yengi: Evet. Onlar bir duyduğunu bir daha asla unutmuyor.
Parin Yakupyan: Gerçekten çok farklı bir zekâ. Arkadaşlarla onların zaman zaman yaptıkları şeyleri konuşuruz. Bu başka bir boyut. Bildiğiniz zekâ kavramıyla biz onların yaptığı şeyleri adlandıramıyoruz. Tabii ki her otizmli öyle değil. İçlerinde düşük zekâlı çocuklar da var.
Aşkın Nur Yengi: Bizim de kendimize göre farklılığımız var, onların da farklılıkları var. Mühim olan bunları toplumsal olarak öğrenip kabul edip beraber yaşamaya alışmak ve onları anlayabilmek. Bizim toplumsal olarak böyle bir sıkıntımız var. Engelli vatandaşlarımıza karşı da var. Dolayısıyla bunu tam aşmış değiliz.
Peki müziğe ve size dönersek konser programlarınız devam ediyor mu?
Aşkın Nur Yengi: Şöyle 2-3 sene öncesine kadar 1000-1500 kişilik küçük lokallere giremiyorduk. Şu ara ekonomik sistemden dolayı bütün sanatçılar bu tarafa yönlendi. Ama çok daha iyi oldu. Çünkü gerçek dinleyici sevgi ve özlemle bütün şarkıları ezbere bilerek katılıyor ve bu inanın çok daha haz verici.
Parin Yakupyan: O eski şarkıların tadı neden şimdi yok? Biz sizin şarkılarınızı bağıra bağıra söylerdik.
Aşkın Nur Yengi: Dünya da öyle değil ki. Şimdi bunu herkes söylüyor ama kendinize bir sorun ben kendime sorarsam, kendimi eleştirirsem bir kere düzgün beste gelmiyor. Niye gelmiyor? Çünkü artık dünya öyle bir yer değil, aşk ve sevgi de öyle değil. Çok mekanik bir döneme girdik. O mekanik duygu her şeye yansıyor. Ne yapıyoruz o zaman? Bildiğimiz, duyduğumuz ve özlediğimiz şeylere tutunuyoruz. Kişisel olarak ben bunu reddediyorum, ben geçmişi yaşamak istiyorum diyorsan benim gibi olursun, ben hala bankaya gidip fatura ödüyorum mesela… Bankaya gidiyorum çünkü o memur arkadaşın beni gördüğü zaman heyecanlanmasını seviyorum. Yoksa fatura otomatik ödeniyor zaten. Bu ilişki bir şeyleri devam ettiriyor. Sohbet büyüye büyüye bir zemin yaratıyor. Benim de geçmişe olan özlemimi, geçmişle bağlantımı kuvvetlendiriyor. O yüzden ben vazgeçmiyorum.
Benim de en sevdiğim şarkılar 90’lardaydı. Her sabah o şarkılarla uyanıyorum. Ama gün içinde bu zamana ait bir şarkıyı duyduğumda onu da severek dinliyorum. Yani ne geçmişten kopabiliyorum ne de bana verilmiş olan bu fırsatlardan kendimi alıkoyuyorum. Çünkü bir çocuğum var ve genç kız olacak, 12 yaşına geldi. Ondan da ayrı bir hayat kuramam. Teknolojiyi öğrenmek istememin ya da ilgilenmemin tek sebebi çocuğum. Çocuğumun peşinde koşarken ona erişebileceğim, onun ilgilendiği alanları biraz da olsa bilmem gerekiyor.
Sahnee olmak nasıl bir duygu?
Aşkın Nur Yengi: 100 bin kişiye de konser verdiğin oluyor, yeri geliyor 3 kişiye de özel bir şarkı söylüyorsun. O kadar özgüveninin yüksek olacağı bir meslek ki. Ama ben 35 sene sonra bile hala ilk 3-4 şarkıda bir heyecan, kalp çarpıntısı… Bu iyi tarif edilebilecek bir şey değil. Gördüğün ve hissettiğin şeylerle anlayabilirsin. Geçen akşam kuzenimin sünnet töreni vardı, oraya gittik. Tanımadığım 150-200 kişi vardı içeride. Bir de küçük bir sahnesi vardı. İşte mesela ben orada şarkı söyleyemem. O anda profesyonel bir duruma geçiyorum ve çekiniyorum. Tuhaf geliyor.
Parin Yakupyan: Ama sizin o çekinme haliniz sahnede farklı bir duygu aktarıyor seyirciye. Samimi geliyor.
Aşkın Nur Yengi: Çok insani, sahici ve sıcak bir şey. Dolayısıyla belki de bizim en kıymetli yanımız 90’lardan kalan işte o hep bildiğimiz, tanık olduğumuz duyguların ta buralara kadar bizimle devam etmesi. Belki bizden sonra gelen bir jenerasyon benim standardımı yakaladığında bunların hiçbir önemi olmayacak. Ama ben öyle yaşamadım. Ben oraya gelebilmek için kat ettiğim yolun, ilişkilerin, zamanın hepsinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Benim düşüncem hep şu oldu: Nasıl sadece şarkı söylenebilir? Çok şükür ki 35 yıldır sadece şarkı söylemek istedim ve yapmak istediğimi yaptım. “Şunu yap, bak daha iyi şöhret olursun” diyenlere “Hayır” dedim. “Bana zorla kattığınız şeyler, beni ben yapmaktan uzaklaştırıyor.” Benim canım istedi dans yarışmasına katıldım. Bu benim varlığımı insanlara ispat etmek için yapılmış bir şey olabilir mi? Mümkün değil. İlk çıkan birinin bunları yapması başka algılanabilir ama bizim için bunlar keyif. Biri çıkmış diyor ki “Siz niye katılıyorsunuz, kariyerinizi zedeliyorsunuz” Ne zedelemesi ya… Ben şarkı söylüyorum. Kariyer başka bir şey.
Mesela ben çok uzun yıllar, daha Nazlı daha doğmadan önce neredeyse her gece bir Arjantin tangosu gecesine katılırdım. Latin danslarının olduğu festivaller var. Hollanda, İngiltere, Berlin festivaller neredeyse oraya gider, 2-3 bin kişiyle aynı anda dans ederdim. Kimse bunu bilmiyor. Çok iyi tenis oynarım mesela. Bilen var mı? Yok. Ama ben bunu şov olarak kullanmam. Bu bana ait bir şey. Benim de başka alanlarda iyi yaptığım şeyler var ama ben bunları öne çıkarıp bunlarla beslenmeyi sevmiyorum.
Neslihan Arslan: Peki nasıl bir annesiniz?
Aşkın Nur Yengi: Bunu benim değil çocuğumun söylemesi lazım aslında. Ama zor elde etmenin getirdiği bazı evham meselelerini bebekken yaşadık. Kimseye elletmemek, öptürmemek gibi… Benim doktorum şöyle söylemişti: Çocuğun ne kadar sağlıklı olursa olsun hiçbir bebek öpülmez, hiçbir çocukla aynı kaşıktan yenmez. Şimdi bana öyle söyledi ya! Nazlı yeni doğduğunda babasını kucağına alacağı zaman eline ameliyat eldivenleri, kafasına bone taktırıyordum!
Parin Yakupyan: Prematüre dediniz, kaç aylık doğdu?
Aşkın Nur Yengi: 7 aylık doğdu ama kuvözde iki gün kaldı. Doğuma acil gitmiştim. Doğmadan önce ciğerleri gelişsin diye iki kortizonlu iğne yaptılar. O gün Papa 2. Jean Paul gelecekmiş, yollar kapanmış. Benim tuhaf bir sancım başladı. 35. Haftanın ilk günüydü. Plesenta Previa hastalığım vardı. Hamileliğimin 5 ayı evde yatmak zorunda kaldım. Bu hastalıkta en büyük sıkıntı musluğu aç su nasılsa kan da öyle boşalıyor ve anne ve bebek için hayati bir tehlike başlıyor. Bu başlayınca heyecandan taşikardim tuttu. Kanamalar, titremeler filan öyle tuhaf bir hastalık…
Neslihan Arslan: Çoğu insan bu rahatsızlıktan sizden dolayı haberdar oldu…
Aşkın Nur Yengi: Evet öyle, Plesenta Previa hastası çok yoktu. Belki de vardı da algıda seçicilik oluyor. Ben şimdi duyuyorum. Yani Nazlı zor doğduktan sonra o evhamlı halim bir süre devam etti. Sonra yavaş yavaş düzeldi. Yoğun bakım hemşireleri de bana ne yapmam gerektiğini gösterdiler. İlk defa anne olunca hiçbir şey bilmiyorsun. Yaka süsü gibi duruyordu omzumda. 2 kiloluk bir şeydi.
Parin Yakupyan: Kilosu 7 aya göre çok iyiymiş Aşkın Hanım…
Aşkın Nur Yengi: 2.250 kg doğdu. Hastaneden çıktığımızda 2 kiloya düşmüştü. Ben de hamileliğimde çok değil sadece 14 kilo aldım. Çünkü moralim çok bozuktu. Ve doktor bana “İçinde bir el bombası taşıyorsun” demişti. Ben hamileliğim boyunca doğru düzgün yemek yiyemedim. Tiksinme meselesi devreye girdi. Balık ve et yiyemiyordum. Sadece kaşık kaşık Nutella ve mecburen kuzu pirzola yedim. Çünkü doktorum protein için “Nasıl yersen ye ama bunu yiyeceksin!” dedi. Nazlı da şu anda sadece kuzu pirzola ve Nutella seviyor (gülüyor).
İkinci üçüncü çocuk yapmayı düşünmüyorum. Ben de İtalyan aileleri gibi kalabalık olmayı seviyorum ama böyle bir dünyaya ikinci bir çocuk getirmekten korkuyorum. Aynı güçle, aynı istekle, aynı heyecanla, haksızlık yapmadan yapabilir miyim diye düşünüyorum ama hiç o gücü kendimde bulamıyorum. Yani bencil bir düşünce mi bilemiyorum ama belli bir şeyden sonra annelerin de dinlenmeye ihtiyacı var.
Parin Yakupyan: Anneler iyi olsun ki çocuklarına da faydaları olsun. Yoksa bu aslında bencilce bir düşünce değil.
Aşkın Nur Yengi: “Nazlıcığım kardeş istiyor musun?” diyorum. “Yok abla istiyorum ben” diyor. “Tıbben mümkün değil, konu kapanmıştır” diyorum. Bunu söyledikten sonra geldi bana “Ben öğretmenime sordum. Kurumlardan abla alabiliyormuşuz” dedi. Ama evlat edinmek ya da koruyucu aile olmak büyük bir sorumluluk. Nazlı’ya gösterdiğim eforun aynısını ona da göstermem gerekiyor. “İyisi mi sen bu konuyu unut” dedim.
Siz kendinizi beslemek için ve son dönemdeki şarkıcılardan kimleri dinliyorsunuz?
Aşkın Nur Yengi: Mesleki olarak herkesin neler yaptığını takip ediyoruz. Ama ben ucunu kaçırdım, yakalayamıyorum artık. Patlamış mısır gibi gibi pıtır pıtır her gün biri çıkıyor. Ya tutarsa? Göle maya çalmak gibi bir şey. Ama tutar. Kızımın sınıfındaki çocuklar beni anne babalarından dolayı biliyor. Çok sevdiğimiz dinlediğimiz ünlülere “O kim?” diyorlar. İnanılır gibi değiller. Aslında buradaki en büyük sorumluluk anne babaların. Ben nasıl Zeki Müren’i anne babamdan öğrendiysem anne babalar da çocuklarına öğretmeli.
Ben 90’ların kıymetini anlatıyorum ama 80’ler de var. Yani benim çocukluğumun olduğu dönem. Ben gençken çocukken ne yapardım? Üç oda, bir salon bir ev. Kalabalık bir aileyiz tabii. Yanan bir soba üzerinde çaydanlık, maşa ve onun üzerinde de ekmek… Tel askılarda çamaşırlarımız asılı. Hava soğuk ve kalorifer diye bir şey çıkmamış. Hepimiz aynı odada ısınmak için yan yana gelip şarkılar, türküler söyler sohbet ederdik. Televizyonda asker selamı çıktıktan sonra da televizyon kapanır, yatmaya giderdik. Rahmetli babam portakal soyardı, kabuklarını da sobanın üstüne atardı. Sahnedeki hikâyemin adı da o yüzden portakal kokulu günler…
Kimi dinlediğime gelince herkesi dinliyorum aslında ama bireysel olarak Latin ve tango ağırlıklı dinliyorum. Kızımdan dolayı Dua Lipa filan dinliyorum. Bir de dünya müziğini takip ediyorum. Bu arada yeni bir albüm yapıyorum. Ama 2019 Nisan-Mayıs gibi çıkacak. Büyük bir sürpriz var ama şu an söyleyemeyeceğim. Öncesinde Mehmet Erdem ile bir düet ve Harun Koçak albümünde bir vokal çalışmam olacak.
ÖZEL EĞİTİM NEDEN BU KADAR ÖNEMLİ?
YazılarParin Yakupyan
ÖÇED Yönetim Kurulu Başkanı
Otizmli Genç Annesi
[email protected]
Birçoğumuz kelime anlamıyla “özel eğitimi” kabaca biliyoruz. Sorduğunuzda özel eğitimi tarif edebilecek birkaç kelime almanız da mümkün. Diğer yandan ise özel eğitimi bilmeyenlerin sayısı da bir o kadar fazla. Hatta binlerce özel gereksinimli bireyin faydalandığı özel eğitimi, ailelere soracak olursak; özel eğitimin ne olduğunun, neye yaradığının, öneminin ne olduğunun cevabını bazen alamayabiliriz.
Dünyada 1700 yıllarda görme ve işitme engelli bireylerin eğitimi için açılan okullarla başlayan özel eğitim kavramı, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde 1800’lü yılların sonuna doğru coğrafyamıza girmiştir. Cumhuriyet döneminde ise 1965 yılında Ankara Üniversitesi’nde Özel Eğitim Bölümü kurulmuştur. Yani resme bütünüyle baktığımızda özel eğitim konusunun ülkemizde köklü bir geçmişi yoktur. Bahsettiğimiz husus; musiki veyahut doğa sesleri ile tedaviden ziyade eğitim ağırlıklı kısımdır. Özel eğitimdeki gelişim ve ilerleme son 10- 15 yılda yukarı doğru bir ivme kazanmıştır.
Özel eğitim, özel eğitim gerektiren bireylerin eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için özel olarak yetiştirilmiş personel, geliştirilmiş eğitim programları ve yöntemleri ile onların engel, durum ve özelliklerine uygun ortamlarda sürdürülen eğitime verilen addır. Özel eğitim, özel gereksinimli bireyi topluma uyumlu ve kaynaşmış bir birey haline getirmeyi amaçlar. Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin kendi kendine yetebilmesini sağlamayı hedefler. Ayrıca, akranlarıyla aynı anda öğrenemeyen özel gereksinimli bireylerin öğrenme durumlarına göre eğitim programlarıyla eksikliklerini tamamlayabilmelerini sağlar.
Özel eğitim sığ bir gölden ziyade engin bir okyanus misalidir. Anlamında ve uygulanışında derinlikler ve kendine özgü haller barındırır.
NE KADAR ERKEN O KADAR İYİ
Özel gereksinimli bireyin durumunun erken fark edilmesi ve akabinde yoğun eğitim şarttır. Hayatın en önemli evresi olan, gelişimin ve geleceğin zeminini oluşturan çocukluk evresini bireyin dolu dolu, sistemli ve multidisipliner yaklaşımlarla geçirmesi gerekmektedir. Erken yaşta ne kadar yoğun ve yapılandırılmış eğitim alırsa özel gereksinimli birey, geleceği açısından o kadar sağlam temeller kurmuş olacaktır. Bireyin akranı ile olan gelişim farkı, yaşı ilerledikçe açılacağı için ekstra bireye uygun eğitimlerle bu farkın kapanması sağlanacaktır.
Uzman ve yetişmiş personel özel eğitimin olmazsa olmazıdır. Normal gelişime sahip bireye eğitim verecek eğitimci nasıl ki amaca uygun eğitim alıp yetiştiriliyorsa, özel gereksinimli bireye katkı sunacak personelin de alana uygun eğitim alıp yetiştirilmesi şarttır.
AİLE ÖZEL EĞİTİMİN CAN DAMARI
Normal ya da özel gereksinimli birey fark etmeksizin eğitimin temeli her şekilde ailede başlar. Özel gereksinimli bireyin ailesi, özel eğitimin can damarıdır. Aile özel eğitimin önemini ne kadar erken kavrarsa, çocuğunu ne kadar iyi tanırsa, çocuğuna yaklaşacağı yöntemleri ne kadar iyi bilirse, çocuğunun hayatına o kadar olumlu yönde dokunacaktır. Özel gereksinimli birey bir deneme yanılma tahtası değildir. Özel eğitimde “Ne olacak ki” deme lüksü yoktur. Bazen olumsuz bir davranışın izlerini silmek bireyin yıllarına mal olabilmektedir.
Özel gereksinimli bireyin eğitimi yani özel eğitim bir bütündür. Bireyin hayatına dokunan, eğitimine katkı sağlayan unsurlar etkileşim halinde olmalıdır. Birbirlerinden ayrı hareket ederlerse, farklı yaklaşım içerisine girerlerse bireyin hayatına sağlayacakları katkı oranı azalır, süreç uzamaya müsait hale gelir. Özel gereksinimli bireyler için zaman çok önemli bir kavramdır ve boşa geçirebilecekleri, eğitimsiz geçecek bir vakitleri olmamalıdır ve yoktur. Özel eğitimde, ne feda edilecek birey ne de boşa akacak bir vakit söz konusu değildir.
Özel eğitime baktığınızda aslında hayatın kendisini görürsünüz. Emeklemeden tutun da, alışveriş becerilerine, yeme-içme alışkanlıklarından kişisel bakım becerilerine kadar geniş bir yelpazedir. Bireyin doğal yoldan ya da akranlarıyla kazanamadığı becerilerin, yapılandırılmış bir şekilde aktarılmasıdır. Özel eğitim tam olarak karşılamasa da ailelerin “Benden sonra çocuğuma ne olacak?” sorusunun cevabıdır. Toplumsal kuralların öğretimi, bireyin özbakım becerilerinin gerçekleştirmesi, kendi kendine yetebilmesini sağlamaktır.
Özel eğitim, toplumun bireylerine verdiği önemdir.
Özel eğitim, hiçbir bireyin feda edilemeyeceğinin göstergesidir.
Özel eğitim, ailenin yarına dair olan inancını kuvvetlendiren eylemler topluluğudur.
Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin ilk adımlarını, ilk kanat çırpışlarını öğretmedir.
Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin akranlarına yetişmesine olanak sağlayan araçtır.
Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin yarınıdır.
Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin toplumla ahengini sağlar.
Özel eğitim, özel gereksinimli bireyin kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayan güçtür.
Kısacası özel eğitim, özel gereksinimli birey için hayatın kendisidir.
Özel eğitim bu nedenlerle çok önemlidir ve özel gereksinimli birey ailesi için vazgeçilmez bir hak’tır.
“ZAMANLA KENDİMİ FRENLEMEYİ ÖĞRENDİM”
RöportajlarAsperger Sendromlu Aslı Över, 31 yaşında ve kurumsal bir şirketin insan kaynakları bölümünde çalışıyor. Ailesinin desteğiyle bağımsız yaşayabilecek hale gelen Aslı Över ile Yönetim Kurulu Başkanımız Parin Yakupyan konuştu.
Kendini bize tanıtır mısın?
31 yaşındayım. Özel bir şirkette insan kaynaklarında çalışıyorum. İnsan Kaynakları 3. ekibindeyim. Şu anda kendimi geliştirmeye odaklı çalışıyorum. Bir kurum içi girişimcilik programına başvurdum. Onun sonuçlanmasını bekliyorum. Ana tutkum kitap okumakla birlikte ikinci tutkum teknoloji. Bilgisayar, photoshop ve grafik tasarımla ilgileniyorum.
Herhangi bir psikolojik destek alıyor musun?
Psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Kuşçu ve Dr. Özlem Çakıcı’dan destek alıyorum. Bana “Aslı bugün nasılsın?” “Hayatın nasıl geçiyor?” gibi sorular soruyorlar. Ben de kendimi anlatıyorum. Konuşunca rahatlıyorum.
İlaç kullanıyor musun? Kullanıyorsan hiç bırakmayı düşündün mü?
Düşündüm hatta bıraktım ama bırakınca daha kötü hissettim.
Peki bize biraz anlatır mısın? Geçmişte neler yaşadın, şimdi neler yapıyorsun?
İnsanların tutumu olumlu ama mesela çevrede sıkıntılar yaşayabiliyorum. Mesela… Bu kelimeyi de son zamanlarda çok kullanıyorum (gülüyor) Olsun hepimizin sıkça kullandığı kelimeler var… Mesela diyelim ki bana karşı kaba davranıldı. Karşılığını veriyorum.
Anladım. Ne zamandan beri otizmli olduğunu biliyorsun?
Aslında düşününce annem çok aksettirmedi bana. Ama sonra ben bir şekilde anladım herhalde. Sosyal iletişimde zorluk yaşıyordum mesela. Orada bir şekilde yüzüme karşı ima edilmiş de olabilir. Tam emin değilim.
Öğrendikten sonra bazı şeyler daha mı kolay oldu, daha mı zor oldu?
Farkına varınca kabullenmem kolaylaştı. Annem farklı olduğumu söylüyordu.
Peki eğitim hayatın nasıl geçti? Okulu desteksiz mi bitirdin? Gölge öğretmenin oldu mu hiç?
Tek başıma okula gittim geldim.O zaman kurallara uyan birisin… Dışarıdan çok belli olmuyor ama evet kuralcı biriyimdir.
Kendini ifade edemediğin zaman öfke patlamaları yaşıyor musun?
Evet geçmişte pek çok kez yaşadım.
Israrcılığın, tutturmaların oluyor mu?
Vardı. Mesela kuzenimin düğününde, kuzenimin eşinin bir arkadaşına bir şey için tutturdum. Sonra ısrar ettiğimin farkına vardım ve “Ben niye bunu yapıyorum, tutturuyorum” diye düşündüm. Bir de annem dışındaki birine… Anneme tutturuyorum ama her istediğimi yapmıyor. Ben de yapmayınca sinirleniyorum.
Annen İstanbul’da mı?
Değil şu anda ablamın kızına bakıyor Almanya’da. Sosyal medyada Temmuz başı gibi dönecek. Şimdi sağolsun babam var.
“Otizmi Anlamanın Bambaşka Bir Yolu” kitabı için “Engelimle barışmama sağladı” demiştin. Peki kitaptan otizme dair neler öğrendin?
Zaten kendimle barışığım. Sosyal iletişimde bozukluk yaşadığım doğru. İstenmeyen durumlar yaşadım.
Yalan söyleyebiliyor musun?
Olmuştur muhakkak. Ama karşıdaki anlamıştır bence.
Mecazdan anlayabiliyor musun? Onlarda sıkıntın var mı?
Yok.
İnsanların jest ve mimiklerinden ne demek istediğini,ne hissettiğini anlayabiliyor musun?
Diyelim ki biz iki kişi konuşuyoruz. Yanımıza da biri geldi. Ne bekliyor olabilir? Diyelim ki o kişinin yerinde ben varım. Önce bir duruyorum. Sonra o kişi bana dönüyor, “Efendim” ya da “Bir şey mi konuşacaktın?” diye sorduğu zaman ben atağa geçiyorum. Söylemiyorsa bekliyorum. Girip söylemiyorum.
Şu an 30 yaşındasın. Yaş dönemi olarak otizmle yaşamak ne zaman daha zordu? Büyükçe bazı şeyler kolaylaştı mı?
Ergenlikte öfke nöbetleri oluyordu iyi hatırlıyorum. Büyüdükçe daha da azaldı.
Takıntınların var mı?
Kitap alma takıntım var. Çok alıyorum. Nasıl engel olacağımı bilmiyorum. Annem ve babam “Kızım yeter” diyor. Ama bütün aldığım kitapların çoğunu okuyabiliyorum. Müzik dinlemeyi de çok seviyorum. İyi bir arşivim vardır. Klasikten tutun da rock müziğe kadar ne ararsanız var. Arabesk de dinlerim ama çok ağır olanları dinleyemem. Bir diğer takıntım da parmak çıtlatmak. Kendimi durduramıyorum. Bir diğer huyum da düzen takıntısı. Odamdaki eşyalar neredeyse orada duracak. Yeri değişmeyecek. Annem karıştırınca öfkeleniyorum. Sonra “O nereden bilsin?” diye düşünüyorum.
Seslerden rahatsız oluyor musun?
Çok gürültülüyse evet. O zaman kulaklığı takıyorum. Çalıştığım ofis, açık ofis. Arkamda erkeklerden oluşan bir ekip var. Bir de biz İK’cılar eklenince sesler yükseliyor. Ben de kulaklığımı takıyorum. Çünkü bağıramam ki!
Ne olur bağırırsan?
Herhalde yaka paça dışarı atılırım!
Seni tepkilerini kontrol edebildiğin için tebrik ederim… Sorun yaşadığında “Ben otizmliyim” diyor musun?
Geçen hafta otobüste bir kadınla tanıştım. Nasıl belli ettim bilmiyorum. Beni gözlemleyerek herhalde Aspergerli olduğumu anladı. “Temkinli olmanda fayda var. Herkese söyleme” dedi. Bir sorun yaşadığımda, söyleyip söylemediğimi çok hatırlamıyorum ama bazen “Anlamakta güçlük çekiyorum” dediğimde insanlar anlıyorlar.
Sen sosyal ilişkilerde de iyisin. Göz kontağı kuruyorsun. Sorduğum bütün sorulara cevap veriyorsun…
Göz kontağı kuramadığım zamanları hatırlıyorum. İnsanlar “Neden bana bakmıyorsun?” derlerdi.
Annen giyinme konusunda seni yönlendirir mi? Giymek istemediğin şeyler oluyor mu?
Evet. Eğer o günkü havam kötüyse giyim konusunda yönlendirir. Bir ara tayt giymemekte çok ısrarcıydım. Şimdi giyiyorum.
Rutin takıntın var mı? Hep aynı şeyleri yapmak istemek gibi…
Rutin takıntım bir yere gidilecekse uyarım ama gittiğim mekanları çok değiştirmem. Kadıköy Kitapçısı, Ediz Kitabevi gibi aynı yerlere giderim. Ama farklı yerlere gidilecekse rahatsız olmam.
Diyelim ki yanına yaklaşan birinin ter koktuğunu fark ettin. Bunu ona söyler misin, yoksa kendini frenleyebilir misin?
Frenleyebilirim. Patavatsız durumlarım olmuştur muhakkak. O an ya gülmüşlerdir ya da “Aslı saçmalama!” demişlerdir. Ben de kendimi frenlemeyi öğrenmişimdir. Herakleitos’un dediği gibi; “Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir”. Değişiyoruz.
Bu söyleşiyi çocuğu otizmli olan anneler de okuyacak, bilmeyenler de okuyacak. Otizmli çocuğu olan annelere vermek istediğin bir mesaj var mı?
Pes etmemeleri ve çaba harcamaları… Bir de “yaşasın otizm!” Nörotipik farkındalıktan ziyade bu insanların da olduğunu bilmek önemli. O anlamda yaşasın otizm! Sadece tek tip insanları değil farklılıkları da kabul etmek gerekiyor… Faşizmi dayatmak değil, daima farkındalığın olduğu alanlarda yaşamak önemli.
Karşıdaki insanın duygusu senin için önemli midir? Ayıp olmasın diye yaptığın şeyler var mı?
Eğer karşımdaki kişiyi kıracak bir şeyse evet. Mesela o gün kendini güzel zannediyor ama bana güzel gözükmüyordur. Yine de söylemem. Ama anneme söylerim.
Arkadaşların var mı?
Olmaz mı? Var. İnsanlarla ilişkilerim iyidir. Kız ya da erkek fark etmiyor. Onlarla buluşup yemek yiyoruz, kahve içiyoruz, sohbet ediyoruz. “Annen baban seni çok iyi yetiştirmiş, dışarıdan belli olmuyor” diyorlar. Aşık olmanın güzel bir duygu olduğuna inanıyorum. Aşık oldum ve bunu karşı tarafa söyledim. Ama bu sefer karşıdaki kişi sakıncalı bir durum dediği için kendimi çektim. Üzülmedim. Çünkü o bir şey hissetmiyorsa yapacak bir şey yok.
Annene ne mutlu ki annensiz de hayatını sürdürebilecek durumdasın.
Evet. Şu anda ayrı eve çıkar mıyım? Param yeterli olmadığı için çıkamam ama bir süre sonra belki. Hatta benim hayalim, aile kurmak. Çocukluğumdan beri bir aile kurma hayali yaşıyorum.
Harikasın! Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim…
ÖZEL GEREKSİNİMLİ ÇOCUK VE KARDEŞ PSİKOLOJİSİ
YazılarBirden çok çocuğunuz olduğunda, anne baba olarak her birine eşit şartlar, ilgi ve sevgi göstermek kolay değil. Özel gereksinimli bir çocuk sahibi olduğunuzda, kardeşler arasındaki bu denge daha da zor olabiliyor. Parin Yakupyan, iki ucu bir terazi gibi hassas olan ilişkide kardeş psikolojisini yazdı.
Kardeş… Beş harf, iki hece… Kısa bir kelime. Fakat çok derin, çok geniş bir anlam yüklü olan bir kavram.
İlk arkadaşımız, en yakınımız, kan bağımız, dert ortağımız, hayal ve hayat ortağımız, model aldığımız, yeri geldiğinde taklit ettiğimiz, kıskandığımız, rakip olarak gördüğümüz, göremeyince gözümüzün gönlümüzün aradığı… “Kardeş” ağızdan çıkınca bile yüreği ısıtan, yüzü gülümseten bir kelime…
Bu yazımda özel gereksinimli bireyler açısından “kardeş” kavramını aktarmaya çalışacağım sizlere. Bir anne gözünden, özel gereksinimli bir çocuğa sahip olan bir annenin bakış açısıyla kendi hayatımdan kısa kısa anlatmaya çalışacağım. Aslında yazının çıkış noktası “otizm kardeşliği” olacaktı fakat biraz düşününce kardeşliğin tanılara bağlı olmayacağına karar verdim. Sadece aileler olarak benzer sorunları farklı şekillerde yaşıyoruz.
Normal şartlar altında ilk çocukta ebeveynliğin çıraklık evresi olur. İkinci çocukta tecrübeleriniz artar. Kardeşler arasındaki ilişkileri yönetmekte uzmanlaşmaya başlarsınız. Tarafları dengede tutmaya çalışırsınız. Benim anneliğe başlangıcım pek standart şartlarda olmadı. İkiz annesi olarak çıraklığa başladım ve iki yaşına geldiklerinde Garen’e yaygın gelişimsel bozukluk teşhisi kondu. Üstelik ikizine göre 18. aya kadar önde giden Garen’di! Tam bir sapma söz konusuydu bizim hikâyede…
Annelik yolunda emekleme dönemi sayılabilecek ilk yıllarda bu tür bir başlangıç zor olabiliyor. Çünkü bir çocuğunuzu hayata dahil etmeye tüm gücünüzle yoğunlaşmışken, diğer çocuğunuzu hayattan, sizden koparmamanız gerekiyor. Cidden dengede tutulması çok zor olan bir terazi bu. İkisine de vakit ayırmanız gerekiyor. Sonuçta çocuk bu, düşünce yapısı biz yetişkinlerden farklı olabiliyor. Çok hassas ve kırılgan olduğu dönemler. Yaşamın temelini attığı yıllarda, her çocuğun en doğal isteği; anne ve babasıyla olabildiğince çok vakit geçirmek. Mesela ben Garen’i eğitime götürdüğümde, Sayat derslere girebilmek ve dikkat çekmek için bayılma numarası bile yaptı! Büyüdüğünde bana “Sen Garen’le gezmeye gittin, beni anneanneme bıraktın” diyerek de suçladı. Siz ne kadar “Ayrım yapmıyorum, ikisinin arasında fark yok” deseniz de, bu davranış şekliyle çabalasanız da, çocukların fark görebilecekleri, alınganlık gösterebilecekleri noktalar olabiliyor. Aileye yeni bir birey geldiğinde çocukların zihninde hemen “kardeş” kavramı oluşuyor. Temkinli yaklaşıyor. Çocuk, ebeveynlerinin yeni gelen bireye karşı olan davranışlarını sürekli olarak kontrol altında tutuyor ve edindiği ve gözlemlediği bilgiler ışığında kardeşine karşı bir davranış şekli geliştiriyor. Ya kabulleniyor ya da reddediyor.
Çocuklar bizlerden gelen uyaranlar neticesinde kardeşlik ilişkilerini oluşturuyor. Sizleri uyanık olduğu her vakitte izleyen bir çift göz olduğunu unutmayın. Kıskandığını gösteren çocuk bana göre her zaman ehven-i şer’dir. Zira bu kıskançlığı içten içe yaşadığında, ileriki dönemlerde karşınıza hiç çözemeyeceğiniz kişilik düğümleri, travmalar çıkabilir. Dolayısıyla aileler sevgi anlamında gerçekten hiçbir şekilde çocuklarını ayırmasa da, davranış ve zaman açısından da ayırmamalı, “Sen büyüksün, o otizmli, onun ihtiyacı var” demeden kardeşe de ilgiyi eşit vermek zorundadır.
Özel gereksinimli çocuğa sahip olan ailelerde sık görülen bir davranış şekli de normal gelişime sahip olan kardeş ya da kardeşlerden “büyümüşlük” beklentisidir. En sık yaptığımız hatalar;
O DA ÇOCUK, O DA İLGİYE MUHTAÇ
Her ne kadar dikkat ediyoruz desek de biz aileler olarak fark etmeden bunu yapıyoruz. “Sen ablasın” “Sen abisin” “O bilmiyor” diyoruz. Fark etmeden çocuğun bilinçaltına mesajlar yolluyoruz. Aslında kardeş model demek, avantaj demek, ona adım atmasını öğretebilecek, ona hayat yolunda kanat çırpmayı öğretebilecek en yakın örnek demek… Oyun arkadaşlığı için biçilmiş kaftan. Bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız davranışlardan ötürü aksi durumlar yaşanabiliyor. Kardeşlik kavramı yerini rakiplik kavramına bırakabiliyor. Normal gelişime sahip çocuğumuzun ruhunda ve zihninde derin çatlaklar oluşturabiliyoruz. Bir yerleri onarmaya çalışırken öbür tarafta bozulmalar olabiliyor. Önemli olan süreci en zararsız biçimde atlatmak. Normal bir gelişime sahip olsa da onun da çocuk olduğunu unutmamalıyız. Onun da ilgiye aç, onun da sevilmeye en ihtiyaç duyduğu dönemde olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Normal gelişime sahip çocuğu erken yaşta büyütmek, geleceği açısından felaket olabilir.
Yukarıda belirttiğim hususlar neticesinde özel gereksinimli ailelere naçizane birkaç tavsiyem olacak;
– Hayatınızda “Tecrübe her zaman yaşanılarak kazanılır” diye bir kural olmamalı, başkalarının yaşantılarından da kendinize örnekler alabilirsiniz.
– Yaş aralıkları ve düzeyleri farklı olsa da “çocuk” oldukları gerçeğini unutmayın
– Çocukların her zaman sizin ilginize ve sevginize ihtiyacı olduğunu unutmayın. Bunu onlardan esirgemeyin. Sevginin kaynağını başka yerde aramalarına mani olun.
– Kıskançlık zemini hazırlayacak davranışlardan uzak durun, çocuklarınızın hayatında bulunan diğer kişilerden de bu hususa uymaları konusunda destek isteyin. Kardeşler arasında bu sebepten problem oluşmasına izin vermeyin.
– Ailece yapacağınız etkinliklerin yanı sıra normal gelişime sahip çocuğunuzla da “ona özel” zaman dilimleri oluşturun.
– Kardeşlerin birlikte yapabilecekleri aktivitelere zemin hazırlayın.
– Kıyastan kesinlikle kaçının. Kardeşler arasında veyahut bir başkası ile kesinlikle kıyaslamayın.
– Her birine özel olduklarını hissettirin.
– Çocukların gelecekte ebeveynleri başta olmak üzere aile bireylerini model alacaklarını unutmayın. Gelecekteki ilişki temellerini bugün attığınızı aklınızdan çıkarmayın.
– Gerektiğinde onlar için de profesyonel destek almaktan çekinmeyin.
Özel gereksinimli çocuk kardeşleri; zor bir sürece dahil olan kişiler olmuş olabilir. Her birimiz bulunduğumuz şartlar içinde çocuklarımızı geleceğe hazırlama gayretindeyiz. Gelecekte birbirlerinin destekçisi, koruyucusu, dertdaşı, yoldaşı olan “kardeşlik” bilinciyle yetişen, bunu özümseyen bireyler yetiştirmek aslında bizim elimizde. Hatalarımızı gözden geçirip, zamanın bizleri ve ailemizi savurmasına izin vermeden geleceğe yürümeliyiz.
OTİZMLİ BİREYLERİN ERGENLİK SORUNLARI
YazılarOtizmli bireylerin tartışılmayan sorunları neler? Ergenlik dönemi ve liseden mezun olan otizmli bireylerin düştüğü boşluğu ÖÇED Yönetim Kurulu Başkanı Parin Yakupyan yazdı.
Parin YAKUPYAN ÖÇED Yönetim Kurulu Başkanı
Otizmli Genç Annesi – [email protected]
Otizm tanısı ile karşılaştığınızda genellikle yavrunuz küçük yaşlardadır. Amacınız bir an önce onu otizmin getirdiği olumsuzluklardan sıyırmak ve akranları düzeyine sosyal, bilişsel, davranışsal gibi yönlerden yetiştirmektir. Çünkü otizmli bireyler de gelişimsel açıdan tıpkı akranları gibi aynı gelişim basamaklarını izlemektedir. Zamansal ve davranışsal olarak farklı gözükse de…
Ailelerimizin çoğunun hayatının her anı otizmle ve otizmi kabul mücadelesi içinde geçtiği için, anlık mücadelelerden geleceği planlamaya pek vakit kalmaz, aklından “Benden sonra ne olacak?” sorusu çıkmasa da… Aslında yavrumuz küçükken bu kadar uzun hedefler için kafa yormak bence yorucu da olabilir. Hedeflerimiz daha kısa vadeleri kapsar genelde. Gerçekten de anlık mücadeleler ebeveynlerin enerjisini ve zamanını o kadar çok sömürüyor ki, zaman yaklaşmadıkça gerçekleşebilecek problemlere çözüm arayışına giremiyor insan. Bir ebeveynin neredeyse girdiği her ortamda otizmi anlattığını, evladını anlattığını, kabul ettirmeye çalıştığını düşünün…
Son dönemler “otizm” kelimesini sıklıkla duyduğumuz dönemler. Kabul etmeliyiz ki “otizm” kelimesini toplumsal mecrada sık duyuyoruz artık. Yine de yeterli değil çünkü hala grip misali hastalık gözüyle bakanlar var, yeterli değil çünkü hala otizmli bireylerin ya da ailelerinin karşılaştığı olumsuz sayısız örnekler var, yeterli değil çünkü otizmi tanımayan otizm tanılı bireyi istemeyen sayısız insan var…
“Otizm tanılı bireyin gelişim basamakları farklı işlese de biyolojik saati akranları gibi işliyor.”
Ömür mücadele ile geçerken, insan zamanın nasıl akıp gittiğini fark edemiyor, otizm tanılı bireyin gelişim basamakları farklı işlese de biyolojik saati akranları gibi işliyor. Avuçlarınızdaki küçük yavrunuz bir bakıyorsunuz ergenlik döneminin basamaklarına adım atmış oluyor. Yüzünde sivilceler belirmeye başlıyor, sesi ve davranışları değişmeye başlıyor. Vücudunda değişiklikler oluyor ama yavrunuz bunu anlamıyor ya da anlamlandıramıyor. Neredeyse tüm ailelerimizin gözünde büyüyen bu döneme hazır olmadan “Hoş geldin” diyoruz.
Ülkemizde “cinsellik” konusu zaten başlı başına bir tabu iken, ergenlik konusu son yıllarda sıkça duyduğumuz ve insanlara “problemli” bir dönem olarak lanse ettirilirken, bir de işin içine otizmi koyup birleştirdiğinizde hak verirsiniz ki çok bilinmeyenli bir denklem olarak ailelerimizin karşısına çıkıyor. Konuşulması dillendirilmesi toplum nezdinde “ayıp” olan bu konunun ve konu içeriğinin aktarılması da zor oluyor. Normal gelişime sahip bireylerin çoğu bu süreci doğal yollardan, etkileşimle ya da kendilerince öğreniyorlar. Fakat otizm tanılı bireyin maalesef böyle bir şansı da bulunmuyor. Burada en büyük vazife aileye düşüyor.
Otizmli bireylerde ergenlik süreci bireyin düzeyine bağlı olarak model olma, video yoluyla öğretim, soru-cevap, anlatım gibi şekillerde öğretilebilir. Başta da belirttiğim gibi söz konusu cinsellik olunca insanlarımızın zihninde bir duvar oluşuyor. Öğretim konusuna gelince herkes topu birbirine atıyor.
Otizmli bireyin bu süreci yardımsız atlatması genellikle mümkün olmuyor. Aksi takdirde bireyde kalıcı davranış problemleri kalabilir. Yerleşen bu olumsuz davranışları bireyin hayatından silmek uzun zaman alabilmektedir.
Cinsellik ve ergenlik sürecinde bir ekip çalışması yapmak gerekmektedir. Uzman desteği (bireyin eğitimcisi ya da konuda bilgili bir uzman) ve ailenin işin içinde olması gerekir. Bireyin cinsiyetine uygun olarak modeli annesi ya da babası olmalıdır. Otizmli bireylerde cinsellik eğitimi aslında küçük yaşlarda cinsiyet eğitimi ile başlamalıdır ve hayatının ilerleyen dönemlerine kadar bu eğitim devam etmelidir. Otizmli bireyler tacize karşı savunmasız oldukları için ebeveynlerin bu görevi üstlenmesi de gerekmektedir. Uzman desteği ile alacakları bilgileri uygulayan kişilerin anne ve baba olması önemli bir noktadır. Aksi takdirde olumsuz durumlar ortaya çıkabilir.
Ergenlikte karşılaştıkları sorunları basamaklarsak eğer,
Ülkemizin her yanındaki aileler ve bireyler uzman ve olanaklar konusunda aynı erişilebilirliğe sahip değillerdir. Toplumsal olarak hala farklı olanı dalga konusu yapabilmekteyiz ne yazık ki… Zaman su gibi akıyor demiştik. Zaman su gibi akıyor ve çocuklarımız eğitim basamaklarını binbir zorlukla aşıyor.
Ülkemizde otizmli bireylerin zorunlu eğitim sürecini tamamlamaları başlı başına bir mücadele ürünüdür. Bunu yapılan araştırmalara bakarak da anlayabiliriz. Azınlığında azınlığı diyebileceğimiz bir kitle lise eğitimini tamamlamaktadır. Eğitim süreci aileler ve bireyler açısından çok çetin ve zorludur. Birçok aile yolun başında pes etmektedir maalesef. Aile savaşçı ruha sahipse, aile bilinçliyse, aile pes etmezse, aile gerekli eğitim ve psikolojik desteği alabilirse, çocuğun düzeyi kaynaştırmayı liseye kadar götürebilecek noktada ise ve tabii şansı yaver gidip doğru insanlarla karşılaşırsa lise son noktasına gelinebilmektedir. Sayısal olarak çok düşük olan bu kitlenin tahmin edersiniz sonrası için de yapabileceklerinin kısıtlılığını… Ve gerçekten lise dönemi bitince bir boşluk ailelerimizi ve çocuklarımızı beklemektedir. Ülkemizde her ne kadar kanunlarla haklar korunmuş gibi gözükse de tüm yük ve gayret ailelerin omuzlarındadır. Mücadeleniz kadar basamak çıkmaktasınız.
Lise sonrası üniversite hakkı olsa bile akran düzeyinde bir sınav olduğu için bu basamağı aşan birey sayısı da düşmektedir. Aslında eğitim hayatındaki en büyük haksızlık liseyi kaynaştırma programı ve BEP ile bitirebilen bir otizmli için bu desteğin üniversite düzeyinde devam etmemesidir. Üniversite sınavlarında bireylerimize bir puan veya kontenjan desteği yoktur. Ve sonuç olarak; lise bitirme yaş düzeyindeki tüm otizmliler mecburen ailelerinin yanında hayatlarının devam eden bir bölümünü tamamlamaktadırlar.
Çünkü;
İş ve meslek atölyelerimiz yetersizdir.
Bu bilgiler ışığında bakıldığında oluşan tabloda tüm yükün ailelerin omuzlarına bırakıldığını görebiliriz. Dünün küçüğü bugünün büyüğü olacaktır. Otizm günden güne büyüyen bir sayıyla kapımıza dayanmaktadır. Devletin planlama mekanizmasının çok iyi işlemesi gerekmektedir.
“İmkanı olmayanlar ne yapacak? Dört duvar arasına mahkum mu olacak? Bu toplumsal bakış açısı ile sizce ailelerin işi kolay mı?“
Ailenin bu zorlu mücadeleden çıkması her zaman mümkün olmamaktadır. Yetişkinliğe doğru ilerleyen bir otizmli bireyi imkanlarınız doğrultusunda yönlendirebilirsiniz belki. İmkanı olmayanlar ne yapacak? Dört duvar arasına mahkum mu olacak? Bu toplumsal bakış açısı ile sizce ailelerin işi kolay mı? Bu konuya öncelikle toplumsal bir mesele olarak bakmak lazım. İnsanların bakış açısını değiştirerek konuya el atmaları gerekir. Zaten mücadele ettiğiniz bir kavram var “otizm” bir de işin içine insanlar girince iş çok daha zorlaşıyor. Toplum neredeyse hala daha kendinden farklı olanı bir eğlence konusu olarak görebiliyor. Denetimsiz şekilde otizmli bir bireyin bir iş yerine çalışan olarak verildiğini düşünsenize. Ne büyük tahribat olacaktır o bireyin yaşamında.
Bireylerin sorunlarını çözmek hepimizin ellerinde.
Gelecekleri ile ilgili o kara deliği kapatmak hepimizin ellerinde.
Ailelerin kaygılarını gidermek hepimizin ellerinde.
Yeter ki toplumu oluşturan her fert “Ben ne yapabilirim?” diye kendini sorgulamaya başlasın…
İnsanlar bu soruyu sormaya başladıkça ve adım attıkça ailelerimizin zihnindeki “Benden sonra ne olacak?” sorusu da aynı oranda silinmeye başlayacaktır.