OTİZM VE TAKINTILAR

“Takıntılar konusunu sözcüklere dökmek o kadar zor ki…  ‘Yaşayan bilir’ derler ya, öyle bir durum. Bizlerin, ailelerimizin yaşadıklarını, nelerin takıntı olabileceğini, nelerin rutine, ritüele dönüştüğünü anlatmaya kalksak, başlı başına bir çalışma konusu olur,” diyen ÖÇED Yönetim Kurulu Başkanı Otizmli Genç Annesi Parin YAKUPYAN yazdı.

Otizm denilince belki akla gelen ilk kelimelerdir ‘takıntı’ ya da ‘tekrarlayan davranışlar’. Bu iki kelime neredeyse otizmle özdeşleşmiştir. Bunun yanında rutinler, ritüeller de vardır. Aslında birçok yerde artık takıntı yerine ‘yoğun ilgi alanı’ deniyor. Çünkü otizm tanılı bireylerden edindiğimiz bilgiler ışığında bu davranışların her birinin bir anlamı olduğunu anlıyoruz ve biliyoruz artık.

Bazı konulara ilgileri yüksekse, sürekli bu konularla ilgilenmek ya da konuşmak istiyorsa bunlara takıntı diyoruz. Örneğin taşıtlar, tanıştıkları insanların doğum tarihlerini bilme isteği, kapı açıp kapamak gibi.

En sevdikleri nesneyi odasında çekmecenin belli bir köşesinde tutması, aynı tip bardaktan su içmesi de ritüellere örnek sayılabilir. Aynı yoldan okula gitme isteği, aynı düzende yemek yemek istemesi rutine örnek teşkil edebilir. Mesela Garen çok küçükken bindiği okul servisine yabancı biri bindiğinde kıyametler kopardı 🙂  Garen’in küçüklüğünde çok ciddi bir rutin bağımlılığı vardı. Bir hafta cuma günü dışarıda yemeğe gittiysek her hafta cuma günü aynı yere gitmek isterdi. Bunu özel eğitimde çok çalıştık ve onu sürprizlere alıştırdık. Şimdi; monotonluktan nefret edermiş, sürprizi değişikliği çok severmiş ama bu değişiklikler hep güzel şeyler olmalıymış, öyle diyor.

“Özellikle rutin ve ritüellerin dışına çıkmak çocuklarımızı huzursuz edebiliyor.”

Kendini ifade eden otizmli bireylerden öğrendiğimiz kadarı ile bizim takıntı ya da tekrarlayan davranış dediğimiz durumlar onun karmaşık dünyadan kendini soyutlama, rahatlama, sakinleşme, ifade etme eylemleri oluyor. Ancak ne yazık ki, günlük yaşam içerisinde işler onların istediği gibi ilerlemiyor.

Bizlerin de günlük hayatta takıntıları, rutinleri, ritüelleri bulunuyor ama biz bunları baskılayabiliyor ya da mekâna göre davranabiliyoruz. Çocuklarımızın ise hazırbulunuşluk düzeylerinden dolayı çoğu zaman böyle baskılama şansı bulunmuyor. Özellikle rutin ve ritüellerin dışına çıkmak çocuklarımızı huzursuz edebiliyor. Olumsuz davranışlarına kapı aralayabiliyor. Takıntılarını gerçekleştiremediklerinde de aynısı oluyor.

Hep aynı sokaktan bir yerlere gitmek, gidilen her ortamda kapıların çarpılması, evin içerisinde dolaşarak yemek yenmesi, hep aynı marketten bir şey alma isteği, aynı kıyafetleri giymek… Tüm bunlar aileleri olarak bizleri çok zorluyor.

Peki, bu süreçte ne yapacağız? Bu durumlara göz mü yumacağız yoksa toplumsal uyum için çaba mı sarf edeceğiz? Çocuklarımız böyle mutlu diyerek onları takıntılarıyla baş başa bıraktığımızda bir süre sonra girdikleri kısır döngü sonrası aslında ne kadar mutsuz olduklarını gözlemliyoruz. O sebeple biz ailelerin ve eğitimcilerin görevi takıntıların çocuğu ele geçirmesini engellemek olmalı. Fakat gözden kaçırmamız gereken çok önemli bir nokta var. Çocuğun yaşadığı her problem davranış ‘takıntı’ veya ‘ritüel’ olmayabilir. Bazen uyaran ihtiyacı veya tam tersine kendini uyaranlardan koruma isteğini takıntı ile karıştırmamak lazım. O takıntının neye hizmet ettiğini doğru belirlemek ve müdahale planı oluşturmak eğitimcilerin en büyük görevi.

Çocuklarımız da takıntılarından mutlu değiller aslında. Ben bunu Garen’in söylemlerinden anlıyorum. Takıntılarından kurtulmak istediğini söylüyor ve diyor ki:  “Psikiyatra gideyim. 30 tane ilaç kullanayım. Doktor benimle 2 seans konuşsun. Hatta her gün seansa alsın. Ancak düzelirim anne.”

Aslında bize düşen dengeyi sağlamak, bilgilerini güncellemek, ona alan açmak , onu iyi anlamak . Bir terazi gibi düşünün, bilgileri güncellenene kadar, birey gelişimini tamamlanana kadar bu dengenin sağlanması gerekir. Ona alan oluşturabiliriz, süre belirleyebiliriz, tabii bu süreçte takıntılar, rutinler, ritüeller üzerine çocuğun ihtiyacına özel çalışmalar yapmaya da devam etmeliyiz. Takıntılarının onun kişiliğinin, sosyalleşmesinin, toplumsal bir birey olmasının önüne geçmesini de engellemeliyiz.

Bu konuyu sözcüklere dökmek o kadar zor ki… Bu satırları yazarken ne kadar zorlandığımı asla bilemezsiniz. “Yaşayan bilir” derler ya, işte öyle bir durum. Bizlerin, ailelerimizin yaşadığı o kadar çok olay var ki… Nelerin takıntı olabileceğini, nelerin rutine, ritüele dönüştüğünü anlatmaya kalksak başlı başına bir çalışma konusu olur. Bir paylaşım yapsak, altına her aileden bir örnek istesek, ne kadar farklı durumlar olduğunu görürüz. Her çocuğun her bireyin takıntısı birbirinden farklı.

Garen’in takıntıları zaman içerisinde çok değişti. Ama her takıntısı bizi gerçekten çok uğraştırdı. Tabii şunu da iyi düşünmek gerek, her takıntı illa değiştirilmeli, müdahele edilmeli mi?

Sene 2012 Garen Efendi beyaz pantolona takmıştı o dönemler… Gezmeye giderken beyaz pantolon giyilecek ve hatta mümkünse kazak da beyaz olacak. Sevgili süpervizörümüz Nükte Hocamız:

“Her takıntıyı değiştirmeye çalışmayın. Eğer hayatınızı çok da engellemiyorsa bırakın yaşasın” demişti. E bu çocuk okula formayla gidiyor, tatil günlerinde de varsın beyaz giysin demiştim ve onu engellemeye çalışmamıştım.

Garen’in şuaralar en büyük takıntısı tatil. Ama bu öyle böyle bir takıntı değil. Gitseniz de kesmiyor onu, daha tatildeyken “Eyvah tatil bitiyor, tekrar ne zaman gideceğiz?” diye sormaya başlıyor. 356 gün tatilde olma planları yapıyor. Garen’in 22 yıllık hayatında takıntıları elbette çok değişti. Bayraklardan başladı, müzik aletleriyle devam etti, sonsuz katlı oda, iki takıntısı, toz parçacık ve tatil ile devam ediyor şu anda.

Zor arkadaşlar, çok zor… Konuşsa da, anlatsa da, kendine engel olamadığı sürece farkında olmak da çok zor.

Sonuç olarak baktığınızda; çocuklarımızı hayata dahil etmek için büyük çaba ve efor sarf ediyoruz. Bazen doğan her güneş ile yeni bir durum ile mücadele ediyoruz. Bitti derken yeniden başlıyoruz. Bitmemek, tükenmemek için biz de her gün yeniden doğuyoruz.

İnsanların bizi bire bir, noktasına virgülüne kadar anlamasını beklemiyoruz sadece anlayış bekliyoruz.

Bir başka yazıda tekrar görüşene kadar, takıntılar ile  daha az mücadele ettiğimiz, anlayışın bol olduğu bir topluma doğru evrildiğimiz güzel günler diliyorum herkese…